top of page

İlahi Nefes - Başlangıcın Sırrı Bölüm 3

  • Yazarın fotoğrafı: Admin
    Admin
  • 10 Tem
  • 8 dakikada okunur
Evrenin Başlangıcından İnsan Oğlunun Yeryüzünde Yürüyüşüne
Evrenin Başlangıcından İnsan Oğlunun Yeryüzünde Yürüyüşüne

İlahi İmtihanın Başlangıcı


Fakat hilafet,

Sadece bir şeref değil,

Aynı zamanda büyük bir sorumluluktu.


İnsanın önünde iki yol açıldı:


Hakk’ın yolunu izleyerek ilahi halifelik makamını korumak,


Ya da nefsin peşine düşerek bu makamı lekelemek.



Bu seçim,

Bütün bir insanlık tarihinin özeti olacaktı.


Ehlibeyt kaynaklarında,

Şu düstur sıkça tekrarlanır:


“İnsan ya Allah’ın delili olur ya da Allah’a karşı delil olur.”




Başka bir ifadeyle:

Ya hakikati temsil eden bir nur olacaktı,

Ya da karanlıklar içinde kaybolacaktı.


İlk Nesil ve Hilafetin Çatallanması


Âdem’in soyundan gelenler,

Bu büyük imtihanla karşı karşıya kaldılar.


Bir kısmı,

Hidayet nuruna tutunarak hakiki kullar oldular.

Onlar,

Görünüşte az,

Ama Allah katında büyük idiler.


Diğer kısmı ise,

Dünya malı ve nefsi tutkularla İlahi emaneti unuttu.


Ehlibeyt rivayetlerine göre,

Dünya sevgisi,

Şeytanın en büyük silahıydı.

Ve bu sevgi,

Bir kere kalbe yerleşti mi,

İnsanı hilafet makamından sürüklüyor,

Hayvanî bir varlığa dönüştürüyordu.




Velâyet Nuru: İlahi Hilafetin Devamı


İnsanın halifeliği,

Kendi başına sürdürülebilecek bir makam değildi.


Bu yüzden,

Allah her zaman bir velayet nuru bıraktı.


Bu nur,

Zamanla peygamberlerde,

İmam ve evliyalarda tecelli etti.


Ehlibeyt öğretilerine göre,

Bu velayet zinciri hiç kopmadı:


Âdem’den Şît Peygamber’e,


Ondan İdris Peygamber’e,


Daha sonra Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve son olarak Hz. Muhammed (s.a.a) ve Ehlibeyt’ine kadar…



Velayet,

İlahi hilafetin ruhu idi.

Mülkler, tahtlar ve ülkeler değişse de,

Hakiki yönetim sadece velayetle mümkündü.




Bugün İçin Ne Anlatıyor?


İnsanın ilahi halifeliği,

Sadece eski çağlara ait bir hikâye değildir.


Bugün de her insanın kalbinde bir imtihan yaşanıyor:


İlahi hilafete sadık kalacak mıyız?


Yoksa nefsimizin krallığında mı kaybolacağız?



Her tercih,

Kendi sonsuz kaderimizi inşa ediyor.


Ehlibeyt’in yolu,

Bu ilahi halifeliği diri tutmanın tek yoludur.


Onlar,

Hakikatin yaşayan rehberleri ve nurun kapılarıdır.


2.15 Yeryüzünde İlk Tevhid Cemiyeti: Hak Yolunun İnşası


İnsanlık,

Yeryüzüne indirildiği ilk andan itibaren

İki ayrı yolun eşiğinde yürümeye başladı:


Hakk’ın yolu: Tevhid ve adalet,


Batılın yolu: Nefis ve tuğyan.



İlahi irade,

İnsanın hem bireysel hem de toplumsal boyutuyla sınanmasını istemişti.

Çünkü insan,

Yalnız kendi nefsinde değil,

Toplumun içinde de Hakikati ayakta tutmakla mükellefti.


İşte bu ihtiyaç,

İlk Tevhid cemiyetinin doğmasına sebep oldu.




Tevhid Nedir?


Tevhid,

Yalnızca Allah’ın birliğini kabul etmek değildir.


Tevhid,


Fıtratı temiz tutmaktır,


Aklı hakikatin emrine vermektir,


Nefsi ilahi terbiye altına almaktır,


Hayatı, insanî ve ilahî bir denge üzerine bina etmektir.



Ehlibeyt’in öğretilerine göre,

Tevhid,

Hayatın bütün sahasında Allah’ın hükmünü üstün tutmaktır.


Bir insan,

Zahiren “Allah birdir” dese de,

Eğer hayatında başka otoriteler kuruyorsa,

Onun tevhit anlayışı bâtıldır.


Gerçek tevhid;

Kalpte, amelde, toplum düzeninde ve ahlakta tecelli eder.




Âdem ve Temiz Neslin Kurduğu Cemiyet


Hz. Âdem,

Yeryüzüne indikten sonra,

Temiz evlatları ve torunlarıyla birlikte

İlahi emirler doğrultusunda bir cemiyet inşa etmeye başladı.


Bu cemiyetin temel taşları şunlardı:


İman: Allah’a sarsılmaz bir bağlılık,


Adalet: Zulme ve haksızlığa karşı kesin bir duruş,


Ahlak: Doğruluk, tevazu ve merhamet,


İlim: İsimlerin ilmiyle varlıkları doğru tanıma,


İbadet: Yalnızca Allah’a yönelerek ruhu arındırma.



Ehlibeyt kaynaklarında bu döneme dair şu rivayet geçer:


“Âdem, evlatlarına Allah’ın adaletini ve rahmetini anlattı.

Onlara yeryüzünün geçici olduğunu,

Ve asıl yurdun Allah’ın rahmeti olduğunu bildirdi.”




Bu cemiyet,

Dışa karşı zayıf görünebilir,

Ama içten içe çok büyük bir ruh taşıyordu:

Allah’a tam teslimiyet.




İlk Muvahhidlerin Yaşamı


İlk muvahhidler (Tevhid ehli),

Zor şartlar altında yaşadılar.


Çünkü dünya sevgisi ve nefsi arzulara kapılan Kabil’in soyundan gelenler,

Onlara düşmanca bakıyordu.


Muvahhidler:


Dünya servetini küçümsediler,


Güç ve iktidarı reddettiler,


Şeytanın süslediği dünyevî nimetlere karşı sabır gösterdiler.



Onların tek zenginliği,

Kalplerindeki nur ve sarsılmaz imanlarıydı.


Bazı rivayetlerde,

Bu ilk muvahhidlerin kıyafetlerinin sade,

Yemeklerinin az,

Ama sohbetlerinin nur dolu olduğu anlatılır.


Onlar,

Birbirlerine şöyle öğüt verirdi:


“Dünya fani, nefis aldatıcıdır.

Allah’a sığınmadan kurtuluş yoktur!”






Tevhid Cemiyetinin Sembol İbadeti: Secde


Bu ilk topluluğun en güçlü simgesi:

Secdeydi.


Onlar,

Sabah akşam Allah’a secde ederek,

Hem ruhlarını temizliyorlar,

Hem de varlıklarını tamamen Allah’a teslim ediyorlardı.


Ehlibeyt öğretilerinde,

Secde şu şekilde tarif edilir:


“Secde, kulun varlığını yok etmesi ve Allah’ın varlığında fânî olmasıdır.”




Bu yüzden ilk Tevhid cemiyeti,

Allah’a secde edenlerden oluşuyordu.


Onların secdesi,

Sadece ibadet değil,

Bir hayat tarzıydı.


Secde ile başlıyor,

Secde ile yaşıyor,

Secde ile can veriyorlardı.




İçerden Gelen Tehlike: Nefis Fitnesi


Ancak zamanla,

Muvahhidlerin içinde de zayıflıklar baş gösterdi.


Bazı insanlar,

İçlerinde büyüyen kibir ve dünya arzularını bastıramadı.


İlahi cemiyetin içine gizli fitneler sızmaya başladı:


Makam arzusu,


Mal sevgisi,


Şöhret tutkusu…



İşte böylece,

Tevhid cemiyetinin safları çatlamaya yüz tuttu.


Ehlibeyt kaynaklarında,

Bu dönem için şöyle bir ikaz vardır:


“Şeytan, insanı secdeden men edemezse,

Secdeyi onun için bir gurur vesilesi yapar.

İşte gerçek imtihan buradadır.”






Allah’ın Sabırlı Kulları: Fitneye Direnenler


Fakat her dönemde olduğu gibi,

Bu zorlu dönemde de,

Hakikate sadık kalanlar vardı.


Onlar:


Nefislerini kırdılar,


Dünyevî arzularını terk ettiler,


Allah’a olan bağlılıklarını artırdılar.



Ehlibeyt’in öğretilerinde bu kullar için şöyle denir:


“Onlar dünyada gariplerdi;

Ne övüldüler, ne de anlaşıldılar.

Lakin Allah onları tanıdı ve yüceltti.”




Bu sabırlı grup,

Geleceğin peygamberlerinin,

İmamlarının ve evliyaullahının temelini oluşturacaktı.




Özet: Tevhid Cemiyeti Neden Önemliydi?


İlk Tevhid cemiyeti,

Şu mesajı insanlık tarihine kazıdı:


Hak yeryüzünde asla tamamen kaybolmaz,


Ne kadar az olursa olsun,


Allah’ın dostları her zaman vardır.



İşte bu cemiyet,

Nuh’a kadar gelecek büyük hidayet dalgasının zeminini hazırladı.


Ve insanlık,

Hak ile batıl mücadelesinin sadece bireysel değil,

Toplumsal da olduğunu anladı.


2.16 İlk Peygamberlik Tecrübesi: Şit Peygamber ve Gizli Velayet


İnsanoğlu,

Yeryüzüne adım attığı andan itibaren,

Hem Rahman’ın nefesini hem de şeytanın fısıltısını içinde taşıdı.


Bu iki çağrının arasında,

İnsanlık yolunu bulmak zorundaydı.

İşte böyle bir ortamda,

Allah Teâlâ, insanlığa ilk peygamberlik tecrübesini armağan etti:

Hz. Şit (عليه السلام).




Hz. Şit’in (ع) Yaratılışı ve İlahi Seçimi


Şit (ع),

Hz. Âdem’in (ع) ve Hz. Havva’nın (ع) tertemiz soyundan geldi.

O, doğuştan seçilmişti.

Adı, Arapça’da “Şîth” (هبة الله) yani “Allah’ın hediyesi” anlamına gelir.

Çünkü o,

Habil’in öldürülmesiyle sarsılan Âdem’e,

Allah’ın bir tesellisi ve ikamesi olarak gönderilmişti.


Nehcü’l-Belâğa ve Kâfi gibi Ehlibeyt kaynaklarında rivayet edilir:


“Allah, Âdem’e, Habil’in şehadetinden sonra Şit adında bir evlat verdi.

Ve ona, yeryüzünün hüccetini ve ilahi sırları emanet etti.”




Şit (ع),

Hem zahiri bir evlât,

Hem de batıni bir velayet taşıyıcısıydı.




Peygamberlik ve Velayet Ayrımı


Hz. Şit’in (ع) tebliği,

Yeryüzünde iki temel yapıyı kurmaya yönelikti:


1. Nübüvvet: İlahi mesajı insanlara açıklamak,



2. Velayet: İlahi sırları ve hakikati ehil olanlara gizlice emanet etmek.




Çünkü insanlık henüz olgunlaşmamıştı.

Toplum, zahiri emirleri taşıyabilecek durumda olsa da,

Velayetin ağır sırrını taşıyacak güçte değildi.


Bu yüzden Hz. Şit’in (ع) görevi iki katmanlıydı:


Açıkça: Tevhid, adalet, ibadet,


Gizlice: İlahi sırlar, batıni hidayet yolları.



İşte bu dönem,

Gizli velayet kavramının ilk tohumlarının atıldığı dönemdir.




Gizli Velayetin Sebebi


Peki neden velayet açıkça ilan edilmedi?


Çünkü:


Toplum, nefis ve dünya sevgisiyle örselenmişti.


Hakikat ehli, azınlıkta ve savunmasızdı.


Batıl, her fırsatta Hak ehline saldırmaya hazırdı.



Ehlibeyt kaynaklarında buyurulur:


“Velayet, düşmanların gözlerinden gizlenmiş bir cevherdir.

Ancak onunla korunur ve onunla kurtuluşa erilir.”




Bu yüzden Şit (ع),

Velayeti sadece güvenilir, sabırlı, arınmış ruhlara emanet etti.


Onların sayısı çok azdı,

Ama nur gibi parlıyorlardı.




Şit’in (ع) Öğretileri


Hz. Şit (ع),

İnsanlara şu temel prensipleri öğretti:


Allah’tan başka ilah yoktur,


Her şeyin sahibi ve hâkimi yalnızca Allah’tır,


İnsan, yeryüzünde Allah’ın halifesidir,


Nefsine uyup adaleti terk edenler zelil olur,


Sabır ve takva kurtuluşun tek yoludur.



Ayrıca Şit (ع),

İlimde de insanlığı terbiye etti:


Göklerin sırları,


Yeryüzünün nimetleri,


Varlıkların isimleri ve hakikatleri...



Hepsi onun öğretileriyle şekillendi.




Hz. Şit’in (ع) İlahi Kitabı


Bazı rivayetlerde,

Hz. Şit’e (ع) ilahi bir kitap verildiği de anlatılır:

Suhuf-i Şit (Şit’in Sahifeleri).


Bu kitapta:


Tevhid esasları,


İbadet usulleri,


Ahlakî düsturlar,


Sosyal hayatın temel kuralları



Yer alıyordu.


Bu sahifeler,

Daha sonra gelen peygamberler için de bir rehber oldu.

Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de “Suhuf-u evvelîn” (önceki sahifeler) ifadesiyle buna işaret edilir.




İlk Tevhid İmtihanı: Şit’in Cemiyeti ve Bozulma


Hz. Şit (ع),

Saf ve mümin bir toplum inşa etti.


Ancak zaman geçtikçe,

Şeytan ve heva ehli,

Bu cemiyetin içine sızmaya başladı.


Mal sevgisi,


İktidar arzusu,


Dünya ziynetlerine düşkünlük...



İlk bozulmanın tohumları atıldı.


Ehlibeyt kaynaklarında bu trajedi şöyle anlatılır:


“Şeytan insanlara, dünya nimetlerini güzel gösterdi.

Şehveti süsledi.

Sonra nefisler, hakikate ağırlaştı.

Ve ilahi emanet, yabancı gözlerin hedefi oldu.”




Bu dönem,

Hak ile batılın ilk büyük çatışmasının başlangıcıydı.




Hz. Şit’in (ع) Vasiyeti


Hz. Şit (ع),

Ölümünün yaklaştığını hissettiğinde,

Velayeti ve nübüvveti,

Oğluna ve sadık izleyicilerine emanet etti.


Vasiyeti şuydu:


“Ey evlatlarım!

Hakkı bırakmayın.

Dünya süslerine aldanmayın.

Her şey fanidir.

Kalıcı olan, yalnızca Rabbinizin rızasıdır.

Velayeti sır gibi saklayın,

Hak ehline ulaşsın diye bekleyin.”




Bu vasiyet,

Zincirleme bir velayet halkasının başlangıcı oldu.


İlahi sır,

Elden ele,

Kalpten kalbe taşınarak,

Günümüze kadar geldi.




Özet: Şit (ع) ve İlk Gizli Velayet


Hz. Şit (ع):


İlk sahih peygamberlik zincirinin halkasıdır,


İlk gizli velayet öğretisinin taşıyıcısıdır,


Tevhid cemiyetinin bekçisidir,


Nefisle savaşın öncüsüdür.



Onun hayatı bize gösterir ki:


Hakikat, bazen görünmez olmalı,


Bazen sır gibi korunmalı,


Ama asla unutulmamalı.



Çünkü velayet,

Bir nurdur;

Gizlenir ama asla sönmez.


2.17 Nuh’un Haberciliği: Toplumsal Helâkin İlk Uyarısı


İnsanlık,

Hz. Şit’in (ع) saf ve nezih mirasını devraldıktan sonra,

yavaş yavaş dünyaya meyletti.


Velayet zinciri,

gözlerden gizlenmiş bir nur gibi,

bazı saf gönüllerde parlamaya devam etse de,

genel topluluk,

heva ve hevesin esiri olmaya başlamıştı.


İşte böyle bir ortamda,

Allah, insanlığa büyük bir uyarı gönderdi:

Hz. Nuh (عليه السلام).


O,

insanlığın ilk büyük ıslahçısı,

sabır ve mücadelede bir zirveydi.



---


Toplumun Bozulma Süreci: Şehvet ve Dünya Sevgisi


Hz. Nuh (ع) zamanında,

insanlar yeryüzüne yayılmış,

kalabalık toplumlar kurmuştu.


Ancak bu büyüme,

manevi bir yükselişi değil,

bilakis ahlaki bir çöküşü beraberinde getirdi.


İnsanlar:


Altını, gümüşü biriktirdi,


Topraklar üzerinde haksız iddialarda bulundu,


Şehveti hayatın merkezine yerleştirdi,


Putlar icat etti ve onlara tapmaya başladı.



Ehlibeyt kaynaklarında rivayet edilir:


> "Putlar, insanlara önce salih kişileri hatırlatmak için yapıldı.

Sonra zamanla onların suretlerine ibadet edilmeye başlandı.

Böylece şeytan, insanı gizlice şirke sürükledi."




Bu durum,

ilahi adaletin tecelli zamanını yaklaştırdı.



---


Hz. Nuh’un (ع) Peygamberlik Görevi


Allah, Hz. Nuh’u (ع) insanlığa peygamber olarak gönderdi.

Görevi açıktı:


Toplumu tevhide döndürmek,


Ahlakı yeniden tesis etmek,


Velayet nurunu insanlara hatırlatmak.



Hz. Nuh (ع),

950 yıl boyunca (Kur'ân-ı Kerim: Ankebut 14),

sabırla ve azimle insanları hakka çağırdı.


Gece, gündüz, gizli ve açık davette bulundu.


Kâfi'de İmam Cafer-i Sadık (ع) buyurur:


> "Nuh, sabırda insanlığın örneğidir.

Onun sabrı olmasaydı,

bugün yeryüzünde bir mümin bulunmazdı."





---


İnsanların Tepkisi: İnkâr ve Alay


Hz. Nuh’un (ع) daveti,

az sayıda kişi tarafından kabul edildi.


Çoğunluk ise:


Onu yalanladı,


Akılsızlıkla suçladı,


Üzerine toprak attı,


Çocuklarına onu kötülemeyi öğretti.



Rivayetlerde anlatılır:


> "Bir nesil Nuh’a sövüp geçti.

Sonra çocuklarına,

'Nuh’a karşı dikkatli olun, o bir delidir' dediler.

Böylece inkâr, nesilden nesile aktarıldı."




Toplum, gerçeğe gözlerini kapattı.

Hakikat, kendilerine sunulduğu hâlde,

dünya sevgisine sarılıp küfrü tercih ettiler.



---


Velayetin Reddi ve İlahi Gazap


Asıl trajedi şuydu:

Hz. Nuh (ع), sadece bir peygamber değil,

aynı zamanda velayet nurunun taşıyıcısıydı.


Onu reddetmek,

sadece mesajı değil,

ilahi velayet zincirini de reddetmekti.


İşte bu yüzden,

toplum, helâki hak etti.


İmam Ali (ع) şöyle buyurur:


> "Allah, velayet nurunu reddeden kavimleri yerle bir eder.

Çünkü onlar, sadece sözle değil,

kalplerinin en derininde haddi aşmışlardır."




Bu ilahi sünnet,

Nuh kavmi için de işletilecekti.



---


Tufanın Müjdesi: Sabır ve Son Uyarılar


Hz. Nuh (ع),

son ana kadar kavmine merhamet gösterdi.


Onlara şöyle seslendi:


Allah’a yönelin,


Dünya hayatını terk edin,


Zulmü bırakın,


Kendi ellerinizle kendinizi helak etmeyin.



Ancak kibir ve inat,

kulaklarını sağır etmişti.


En sonunda,

Allah, Hz. Nuh’a (ع) şöyle vahyetti:


> "Onlardan artık kimse iman etmeyecek.

Üzülme.

Bir gemi yap.

Bizim gözümüz önünde, ilahi emirle." (Hud 36-37)




Bu,

ilahi gazabın başlangıcıydı.


Tufan,

sadece bir doğal felaket değil,

aynı zamanda ruhların temizlenmesi için bir mahşerdi.



---


Gemi ve Kurtuluş: İlahi Seçim


Hz. Nuh (ع),

ilahi emirle büyük bir gemi inşa etti.


Geminin tahtaları,

bizzat Allah’ın ismiyle mühürlendi.

Her çivisi, Allah’a bir hamd ile çakıldı.


Nihayet tufan başladığında:


İnananlar, gemiye bindi,


Hayvanlardan her türden bir çift alındı,


Yeryüzü ve gökler kapılarını açtı,


Sular birleşti, tufan başladı.



Ehlibeyt rivayetlerinde şöyle geçer:


> "Gemi, velayet nurunun simgesiydi.

Ona binen kurtuldu.

Sırt çeviren ise suda boğulmadı, kendi cehaletinde boğuldu."




Tufan,

insanlık tarihinin ilk büyük arınması oldu.



---


Tufan Sonrası: Yeni Bir Başlangıç


Tufandan sonra,

yeryüzü temizlendi.


Hz. Nuh (ع),

yeni bir toplumun temelini attı.


Oğulları:


Sam: İman ve nurun taşıyıcısı,


Ham ve Yafes: İmtihanın işaretleri.



Sam’ın nesli,

tevhid nurunu taşıdı.

Ve velayet zinciri, ondan devam etti.


İmam Cafer-i Sadık (ع) buyurur:


> "Nuh’un gemisi, Ali’nin velayetidir.

Ona sarılan kurtulur.

Sırt çeviren, tufanlar arasında kaybolur."




Bu, insanlığa verilen ilk büyük dersti:


Hakikate sarıl,


Velayeti tanı,


Yoksa dünya sularında boğulursun.




---


Özet: Nuh’un Haberciliği


Hz. Nuh (ع):


İlahi sabrın timsalidir,


Tevhid davasının ilk büyük temsilcisidir,


Velayet nurunun koruyucusudur.



Onun hayatı,

bize şu hakikati öğretir:


Hakikat, sabır ister,


Kurtuluş, velayetle mümkündür,


Dünya, bir tufan gibidir:

Ya gemiye binersin, ya kaybolursun.

Yorumlar


© 2025 Sahib-ez Zaman Media'ya Tüm Hakları Saklıdır 

bottom of page