top of page

İlahi Nefes - Başlangıcın Sırrı Bölüm 4

  • Yazarın fotoğrafı: Admin
    Admin
  • 10 Tem
  • 8 dakikada okunur
Evrenin Başlangıcından İnsan Oğlunun Yeryüzünde Yürüyüşüne
Evrenin Başlangıcından İnsan Oğlunun Yeryüzünde Yürüyüşüne

2.18 İbrahim’in Kıyamı: Putların Yıkılışı ve İman Devrimi


İnsanlık,

Nuh tufanından sonra yeryüzüne yeniden yayıldı.

Sam’ın soyu, tevhit nurunun taşıyıcısı olarak büyüdü.

Ancak zamanla, yine dünya sevgisi ve heva, insan kalplerine çöreklenmeye başladı.

Toplumlar,

tarih boyunca tekrar eden o kadim hastalığa yakalandı:

Şirk ve zulüm.


İşte böyle bir karanlık çağda,

Allah, insanlığa yeni bir kıyam meşalesi gönderdi:

Hz. İbrahim (عليه السلام).



---


1. İbrahim’in (ع) Doğumu: İlahi Bir Seçim


Hz. İbrahim (ع), Babil bölgesinde doğdu.

Doğduğu dönemde:


İnsanlar yıldızlara, güneşe ve aya tapıyor,


Kral Nemrut, kendini ilah ilan etmiş,


Putperestlik devlet dini hâline gelmişti.



Ehlibeyt kaynaklarında şöyle rivayet edilir:


> "İbrahim, doğumundan itibaren ilahi bir nur taşıyordu.

Daha bebekken kalbinde küfre karşı öfke,

tevhide karşı aşk yerleştirilmişti."




Onun gelişi,

şeytanî sistemin temellerini sarsacak bir kıyamın müjdecisiydi.



---


2. İlk Uyanış: Doğal Delilcilik ve Fıtratın Tefekkürü


Hz. İbrahim (ع),

henüz genç yaşlarındayken,

kendi iç sesiyle,

aklın ve kalbin yolculuğuyla,

tevhid hakikatine ulaştı.


Kur'ân’da onun yıldızlara, aya ve güneşe bakarak yaptığı tefekkür anlatılır:


Yıldızı gördü, "Bu benim Rabbimdir" dedi,

yıldız batınca, "Ben batanları sevmem" dedi.


Ayı gördü, aynı şekilde düşündü.


Güneşi gördü, daha büyük zannedip işaret etti.

Güneş de batınca şöyle dedi:



> "Ben yüzümü, gökleri ve yeri yaratana çevirdim.

Ben müşriklerden değilim." (En'am 76-79)




Bu aslında bir sorgulama değil,

topluma bir eğitim yöntemiydi:

Batıp yok olan şeyler Rab olamaz.

Rabb, daimidir, sonsuzdur, aşkın bir varlıktır.


Ehlibeyt âlimleri şöyle açıklar:


> "İbrahim’in kalbinde zerre kadar şirk yoktu.

O, bu sorgulamaları halka bir ibret ve delil olsun diye yaptı."





---


3. Babası Azer ve Toplumuyla Mücadele


İbrahim (ع),

önce kendi ailesinden başladı.


Babası Azer, put yapım ustasıydı.

İbrahim ona şöyle seslendi:


"Babacığım, sana gelmeyen bir ilim geldi bana.

Bana tabi ol ki, seni dosdoğru yola ileteyim." (Meryem 43)



Babası ise onu reddetti ve tehdit etti:


"Eğer putlarımızı bırakmazsan, seni taşlarım."



İbrahim, büyük bir hüzünle babasından ayrıldı.

Fakat mücadelesinden asla vazgeçmedi.


Topluma karşı şöyle seslendi:


> "Siz, kendiniz yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?

Oysa sizi de yaptığınız şeyleri de Allah yaratmıştır!" (Saffat 95-96)




İbrahim (ع), yalnızdı.

Ancak yalnızlığı, hakikatten kopmasına değil,

daha da derinleşmesine sebep oldu.



---


4. Putların Yıkılışı: Sessiz Bir İsyan


İbrahim (ع), bir plan yaptı.

Toplum büyük bir festival için şehir dışına çıkınca,

putların bulunduğu mabede gizlice girdi.


Bütün putları kırdı,


En büyük putun boynuna baltayı astı.



Döndüklerinde insanlar dehşete düştü.

Şaşkınlık içinde suçluyu aradılar.

Sonunda İbrahim’i buldular.


İbrahim (ع) onlara şöyle dedi:


> "Bu işi büyük put yapmış olabilir!

Eğer konuşabiliyorlarsa, onlara sorun!" (Enbiya 63)




Bu söz, putperestliğin saçmalığını,

tüm çıplaklığıyla toplumun gözleri önüne serdi.


Fakat kibir, gerçeği kabullenmelerine izin vermedi.

Ve İbrahim (ع) hakkında ölüm kararı aldılar.



---


5. Ateşe Atılışı: İlahi Koruma


İbrahim (ع), yakalanıp getirildi.

Dev bir ateş hazırlandı.


Ehlibeyt kaynaklarına göre:


O günün insanları,

günlerce ateşe odun taşıdı,


O kadar büyük bir ateş yandı ki,

kuşlar dahi üzerinden geçemedi.



İbrahim (ع), mancınıkla ateşe atılacağı sırada,

Allah Cebrail’i gönderdi.


Cebrail, ona şöyle dedi:


> "İstersen seni kurtarayım."




İbrahim (ع) şöyle cevap verdi:


> "Benimle Rabbim arasında bir aracıya ihtiyaç yoktur.

O bana yeter."




İşte bu teslimiyetle ateşe atıldı.


Ancak ateş, Allah’ın emriyle şöyle seslendi:


> "Ey ateş! İbrahim için serin ve selamet ol!" (Enbiya 69)




Ateş, onu yakmadı.

İbrahim (ع), serinlik ve esenlik içinde dışarı çıktı.


Bu olay,

tevhid nurunun yakıcı şirke karşı nasıl zafer kazandığının

en muhteşem göstergelerinden biri oldu.



---


6. İlahi Göç: Tevhid Davasının Yayılması


Ateşten sağ çıkan İbrahim (ع),

toplumu ikna edemediğini görünce,

ilahi emirle Babil'den ayrıldı.


Onunla beraber bir grup mümin de yola çıktı:


Eşi Sare,


Yeğeni Lut,


Bir avuç aziz mümin.



İbrahim (ع), Mısır’a, Filistin’e ve Kenan topraklarına geçti.

Her yerde tevhid nurunu yaymaya devam etti.


Kur'ân onu şöyle tanımlar:


> "İbrahim, Allah’a itaat eden, hakka yönelen,

müşriklerden olmayan tek başına bir ümmetti." (Nahl 120)





---


7. Tevhid Devriminin Mirası


Hz. İbrahim (ع),

yalnızca kendi zamanını değil,

gelecek nesilleri de etkiledi.


Onun soyundan:


İshak,


Yakub,


Yusuf,


Musa,


İsa (ع)

ve en nihayetinde

Muhammed Mustafa (صلى الله عليه وآله) geldi.



Ve Ehlibeyt’in nuru,

onun temiz neslinden zuhur etti.


İmam Ali (ع) şöyle buyurur:


> "Biz, İbrahim’in duasının cevabıyız.

Biz, onun kurban edilmek istenen oğlunun bedeliyiz.

Biz, velayetin hakiki varisleriyiz."





---


Özet: İbrahim’in (ع) Kıyamı


Hz. İbrahim (ع):


Fıtratın sesiyle hakikati buldu,


Ailesi ve toplumu ile mücadele etti,


Şirki akıl ve kalp yoluyla yıktı,


İlahi tevekkülün zirvesine çıktı,


Tevhid nurunun ebedi taşıyıcısı oldu.



Onun kıyamı,

bize şunu öğretir:


Hakikat yolunda yalnız kalmaktan korkma,


Ateşler içinde bile Allah'a teslim ol,


Putlar hangi surette olursa olsun,

yıkmaktan geri durma.



Çünkü hakikat,

ancak bedel ödeyenlerin ellerinde

ebediyet bulur.



---


1. İsmail’in Doğumu: İlahi Bir Mucize


Hz. İbrahim (ع), uzun yıllar boyunca çocuk sahibi olamamıştı.

Yaşı ilerlemiş,

eşi Sare'nin de yaşı geçmişti.

İşte böyle bir anda Allah ona müjde verdi:


> "Ey İbrahim! Biz sana bir oğul müjdeliyoruz; bilgili, yumuşak huylu bir oğul." (Saffat 101)




Bu müjde,

Hz. İsmail’in (ع) doğumuyla gerçekleşti.

İsmail, doğumu itibarıyla özel bir nur taşıyordu.

Ehlibeyt rivayetlerine göre:


> "İsmail doğduğunda, onun alnında 'Allah'ın velisi' yazılıydı.

Melekler, onun doğumunu göklerde tebrik etti."




İsmail’in doğumu,

velayet zincirinin bu dünyadaki ilk halkalarından biriydi.



---


2. Rüyada Gelen Emir: İlahi İmtihanın Başlangıcı


İsmail büyüdü, gençlik çağına geldi.

Hz. İbrahim (ع), oğlu İsmail’le beraberken,

bir gece rüyasında Allah’ın ona şöyle buyurduğunu gördü:


> "Ey İbrahim! Oğlunu kurban et!"




Ehlibeyt kaynaklarına göre,

peygamberlerin rüyası, sıradan insanların rüyası gibi değildir:

Onların rüyası da vahiydir, emirdir.


Bu yüzden İbrahim (ع), rüyayı ciddiyetle karşıladı.


Ancak kalbinde bir burukluk vardı:

Allah kendisine verdiği emaneti,

bizzat kendisinin kurban etmesini istiyordu.


Bu,

yalnızca bir babalık sevgisinin sınanması değildi;

bu,

Allah’a teslimiyetin zirve noktasına ulaşma emriydi.



---


3. Oğul İsmail ile Konuşma: Teslimiyetin Örneği


İbrahim (ع), rüyayı İsmail’e açtı.

Oğluna danıştı.

İsmail şöyle cevap verdi:


> "Babacığım! Sana emredileni yap.

İnşaAllah beni sabredenlerden bulacaksın." (Saffat 102)




Bu cevap,

velayetin doğuştan bir miras olduğunu gösterdi:

İsmail de bir veli gibi teslim oldu.


Ehlibeyt kaynaklarında İmam Cafer Sadık (ع) şöyle buyurur:


> "İsmail, yalnızca sabır göstermedi.

O, kurban olurken dahi,

Allah'ın güzelliğini ve rızasını kalbinde sevinçle hissetti."




İsmail’in teslimiyeti,

gelecek velayet zincirinin temel taşı oldu.



---


4. Kurban Olayı: İlahi Rahmetin Tecellisi


İbrahim (ع) ve İsmail (ع),

kurban edilecek yere vardılar.


İbrahim, İsmail’in gözlerini bağladı.

Bıçağı İsmail’in boynuna sürdü.

Ancak bıçak kesmedi!


İbrahim tekrar denedi,

bıçak yine kesmedi.


Çünkü:


Bıçağın kesmesi, Allah’ın iznine bağlıydı.


Allah’ın izni olmadan hiçbir şey gerçekleşemezdi.



Sonra semadan bir nida geldi:


> "Ey İbrahim!

Rüyayı doğruladın!

Biz, ihsan edenleri böyle ödüllendiririz." (Saffat 104-105)




Ve Allah, büyük bir koç gönderdi.

İbrahim, o koçu İsmail’in yerine kurban etti.


Ehlibeyt rivayetlerinde şöyle anlatılır:


> "O koç, cennetten gönderilmiş,

Hz. Habil’in kabul olunan kurbanının soyundan geliyordu."




Böylece:


İbrahim’in teslimiyeti tescillendi,


İsmail’in velayeti taçlandırıldı,


Kurban ibadeti, ümmetlere bir sünnet olarak bırakıldı.




---


5. Olayın Hikmeti: Velayet Zincirinin Sağlamlaşması


Bu olay,

sadece bir duygusal imtihan değildi.


Asıl anlamı şuydu:


Velayetin ilahi kaynağını insanlığa göstermek,


Kurbanla, hakikate teslim olmanın ne anlama geldiğini öğretmek,


İsmail’in soyundan gelecek son velayet zincirini hazırlamaktı.



Çünkü İsmail’in soyundan,

sonra Hz. Muhammed (ص) gelecekti.

Ve onun soyundan da:


İmam Ali (ع),


Hz. Fatıma (ع),


İmam Hasan (ع),


İmam Hüseyin (ع)

ve devam eden 12 İmam (ع) gelecekti.



İşte bu yüzden İmam Ali (ع) şöyle buyurmuştur:


> "Bizim velayetimiz, İsmail’in kurbanı gibi

Allah’ın izniyle kurulmuştur.

Bizim yolumuz, kurbanla, fedakârlıkla yükselmiştir."





---


6. İbrahim’in (ع) ve İsmail’in (ع) Duası


Kurban olayından sonra,

İbrahim (ع) ve İsmail (ع) ellerini semaya açtılar:


> "Rabbimiz! Bizi Sana teslim olanlardan kıl!

Soyumuzdan da Sana teslim olmuş bir ümmet çıkar!" (Bakara 128)




Bu dua,

Kâbe’nin inşasıyla ve son peygamberin gelişiyle cevap buldu.


Çünkü bu kurban,

hakikatin en saf damarını taşıyacak bir ümmetin temellerini attı.



---


Özet: İsmail’in Kurbanı


Velayetin, sadece sözle değil,

canla ve canandan vazgeçerek kurulması gerektiğini gösterdi.


Allah’a tam teslimiyetin, insanı en yüce makamlara ulaştırdığını kanıtladı.


Kurban, yalnızca bir hayvanın kesilmesi değil,

kalbin putlardan temizlenmesi anlamına geldi.



İsmail’in fedakârlığı,

bugün dahi, gerçek müminlerin yolunu aydınlatmaktadır:

Teslimiyet, velayetin anahtarıdır.


2.20 Kâbe’nin İnşası: Tevhid Evinin Yeryüzünde Tesis Edilişi



---


1. İlahi Emir: Yeryüzünde Bir Mabet Kurulması


Hz. İbrahim (ع) ve oğlu Hz. İsmail (ع),

İsmail’in kurban edilmesi imtihanını başarıyla geçtikten sonra,

yeni bir emirle karşı karşıya kaldılar:

Allah, yeryüzünde Kendisine adanmış bir ev inşa etmelerini istiyordu.


Bu ev,

görünürde taş ve topraktan oluşacaktı,

ama hakikatte semavi bir merkezin izdüşümü olacaktı.


Ehlibeyt kaynaklarına göre,

İmam Cafer Sadık (ع) şöyle buyurmuştur:


> "Allah, Kâbe’yi göklerdeki Beytü’l-Ma’mur’un yeryüzündeki karşılığı kıldı.

İbrahim ve İsmail, ilahi emri yerine getirerek onu inşa ettiler.

Onların elleriyle örülen her taş, bir teslimiyet secdesi gibiydi."




Bu emir,

yalnızca bir bina kurmak değil,

insanlığın Allah’a doğru yönelişinin merkezi olan bir kıbleyi tesis etmekti.



---


2. İnşanın Başlangıcı: Saf Niyet ve Teslimiyet


Hz. İbrahim (ع) ve Hz. İsmail (ع),

yüreklerinde tam bir huşu ve aşk ile,

Kâbe’nin temellerini yükseltmeye başladılar.


Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:


> "İbrahim ve İsmail, Beyt’in temellerini yükselttiklerinde şöyle dua ettiler:

'Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur.

Şüphesiz Sen işiten ve bilensin.'" (Bakara 127)




İnşaat boyunca sürekli dua ediyor,

her taşı yerleştirirken Allah’a yakarıyorlardı.

Çünkü biliyorlardı ki,

kalpleri taşlardan daha önemlidir.

Eğer kalpler teslim olmazsa,

duvarların yükselmesinin bir anlamı yoktur.


İmam Ali (ع) şöyle buyurmuştur:


> "Allah’a bina değil,

kalbinde Onu taşıyan kul lazımdır.

Kâbe’nin kıymeti, onu inşa edenlerin kalbindeki tevhidledir."




Bu yüzden, Kâbe’nin her taşı,

İbrahim ve İsmail’in secdeyle yıkanmış ruhunun bir parçası oldu.



---


3. Mekke’nin Seçilmesi: İlahi Hikmet


Allah, Kâbe’yi kurmak için Mekke’yi seçti.

Çünkü Mekke,

zahirde kurak, çorak bir vadiydi;

ama batında, ilahi sırlarla dolu bir merkezdi.


İmam Cafer Sadık (ع) şöyle rivayet eder:


> "Allah, yeryüzündeki ilk toprağı Kâbe’nin bulunduğu yerden yarattı.

Orası, yeryüzünün kalbidir.

Yeryüzü, Kâbe’den çevreye doğru genişletildi.

Onun için Mekke 'Ümmü’l-Kura' (şehirlerin anası) adını almıştır."




Bu seçim,

insanlığın zorluklar içinde dahi Allah’a yönelebileceğinin bir simgesiydi.


Çünkü:


İman, bollukta değil, yoklukta da direnmektir.


Tevhid, güzelliklerin değil,

çorak vadilerin içinde de yaşanmalıdır.




---


4. Hacerü’l-Esved’in Yeri: İlahi Ahde Tanıklık


Kâbe’nin bir köşesine Hacerü’l-Esved (Siyah Taş) yerleştirildi.

Bu taş,

cennetten indirilmiş,

ilahi ahdin yeryüzündeki simgesi olan bir taştı.


İmam Ali (ع) buyurur:


> "Hacerü’l-Esved, Allah’ın yeryüzündeki emaneti ve insanlara şahididir.

O, Allah’ın emaneti üzerinde duran bir melek gibidir.

Kıyamet günü, ona yönelenleri tanıyacak ve onların lehine şahitlik edecektir."




Yani,

Hacerü’l-Esved sadece bir taş değil;

insan ile Allah arasındaki gizli bir yemin noktasıdır.


Onun için müminler, Hacerü’l-Esved’e dokunurken,

kalplerinde de bir yemin tazelerler:

"Rabbim! Sana döneceğim, Sana sadık kalacağım."



---


5. İnşaatın Tamamlanışı: Dua ile Taçlanan Bir Bina


Kâbe inşa edilirken İbrahim (ع) ve İsmail (ع) şöyle dua ettiler:


> "Rabbimiz!

Bizi Sana teslim olanlardan kıl!

Soyumuzdan da Sana teslim olmuş bir ümmet çıkar!

Bize ibadet yollarımızı göster!

Tevbemizi kabul et!

Şüphesiz Sen tevbeleri çokça kabul eden ve merhametli olansın." (Bakara 128)




Bu dua,

yalnızca o ana ait değildi.

Bu dua, kıyamete kadar sürecek bir ümmet inşasının duasıydı.


Çünkü Kâbe:


Sadece taş ve topraktan bir bina değil,


İnsanların ruhlarını Allah’a yönelten bir merkezdi.


Kalplerin bir araya toplandığı, ilahi aşkın etrafında döndüğü bir kutuptu.



Ehlibeyt kaynaklarında şöyle rivayet edilir:


> "Kâbe, Allah’ın rahmetinin indiği,

velayet nurunun yayıldığı,

müminlerin kalplerinin toplandığı bir menzildir.

Oraya yönelen her ruh, Hakikat’e bir adım daha yaklaşır."





---


Özet: Kâbe’nin İnşası


Tevhid inancının maddi ve manevi merkezi kuruldu.


Kâbe, insanlığın Allah’a yönelişinin sembolü oldu.


Her tavaf, her ziyaret,

insanın fıtratına dönüşünün bir sembolü haline geldi.



Kâbe’nin inşası,

sadece bir bina kurmak değil,

insan kalbinde Allah’a adanmış bir mekân inşa etmekti.


2.21 Kâbe’nin Hakikati: Semavi Merkez ile Dünya Arasındaki Bağ



---


1. Beytü’l-Ma’mur ve Kâbe: İki Âlemin Aynalığı


Ehlibeyt kaynaklarında,

Kâbe'nin yeryüzündeki hakikatinin,

gökyüzündeki Beytü’l-Ma’mur adlı ilahi merkezin bir yansıması olduğu bildirilir.


İmam Cafer Sadık (ع) buyurmuştur:


> "Beytü’l-Ma’mur, meleklerin tavaf ettiği semavi mabettir.

Yeryüzünde ise Kâbe, onun tam izdüşümüdür.

Kâbe'yi tavaf eden her mümin,

semadaki Beytü’l-Ma’mur'u tavaf eden meleklerle birlikte hareket eder."




Bu demektir ki:

Kâbe'nin etrafında dönen bedenler,

aslında ruhlarıyla semavi bir halkaya dahil olurlar.


Her tavaf:


Yeryüzünde atılan adımların,


Gökyüzünde yankılanan duaların bir karşılığıdır.




---


2. Tavafın Sırrı: Velayet Merkezinde Dönmek


Kâbe'nin etrafında dönmek,

sıradan bir fiziksel hareket değildir.

Bu, varoluşun merkezinde dönen ruhun simgesidir.


İmam Bakır (ع) şöyle buyurur:


> "Allah, mümin kullarının kalplerine Kâbe’yi kıble kıldığı gibi,

velayet nurunu da ruhlarının merkezi kılmıştır.

Her tavaf, aslında Allah'ın velayet nurunun etrafında dönüştür."




Bu yüzden tavaf, sadece Kâbe’nin taşları etrafında yapılan bir yürüyüş değil,

insanın Allah’ın dostlarına, yani velilere yönelmesi anlamına gelir.


Çünkü velayet,

yeryüzünde ilahi nurun tezahür ettiği merkezdir.



---


3. Kâbe’nin Şekli: Fıtratın Geometrisi


Kâbe'nin dört köşeli oluşu,

tevhid hakikatinin dört temel yönünü simgeler:


İlim: Hakikati bilmek,


İman: Kalple tasdik etmek,


Amel: Allah’a itaati yaşamak,


Ahlak: İlahi ahlakla ahlaklanmak.



İmam Sadık (ع) şöyle buyurur:


> "Kâbe'nin dört köşesi, insanın dört temel yükümlülüğünü temsil eder.

Kime ki ilim, iman, amel ve ahlak nasip olursa,

o, Kâbe’nin ruhani sırrına ulaşmış olur."




Bu yüzden Kâbe,

insanın içsel inşasının da bir haritası gibidir.


Bir mümin, tavaf ederken:


İlimle Allah’ı tanır,


İmanla O'na bağlanır,


Amelle itaat eder,


Ahlakla kemale erer.


Yorumlar


© 2025 Sahib-ez Zaman Media'ya Tüm Hakları Saklıdır 

bottom of page